Genel Hukuki Bilgiler

Makyavelizm, Hikmet-i Hükümet ve Modern Devlet

Makyavelizm, Hikmet-İ Hükümet ve Modern Devlet kavramlarını, ayrı ayrı başlıklar halinde incelemek gerekmektedir.

Hikmet-i Hükümet Ne Demek?

Dar tanımı; devletin güvenliğini sağlamak, varlığını korumak amacıyla, olağan koşullar altında geçerli olan hukuk ve ahlak kurallarını çiğnemenin haklı görülmesi, gösterilmesidir.

Geniş tanımı ise bir siyasi yönetim oluşturabilme ve bu yönetimin devamlılığını sağlayabilme becerisidir.

Botero (kavramı ilk kullanan kişi), devleti insan topluluğu üzerinde istikrarlı bir yönetim, hikmet-i hükümeti ise böyle bir yönetimi kurma, devam ettirme ve genişletme yollarının bilgisi olarak tanımlar.

Meinecke’ye göre hikmet-i hükümet devletlerin, bir numaralı hareket yasasıdır.

Devletin zirvesinde iktidar hırsı ile ahlaki sorumluluk arasında, Kratos ile Ethos arasında köprü olan hikmet-i hükümet, devlet yöneticisine devletin varlığını ve gücünü korumak için ne yapması gerektiğini söyler.

Hikmet-i hükümet; bazen adil, ilkeli olmanın, bazen ise hukuku, ahlakı çiğneyebilmenin ve bunları kişisel iktidar hırsından arınmış biçimde doğru zamanda doğru sırayla yapabilmenin bilgisi ve uygulamasıdır.

Devlet aklı: Hikmet-i hükümet

Terimin ortaya atılması ve terimle nitelenen anlayışın bir doktrin haline gelmesi, modern devletin oluşum süreciyle esastan bağlantılıdır.

Devlet aklı ile ilgili batılı kaynaklara göz atıldığında, iki farklı yaklaşım görülür.

Genel geçerliği olan, evrensel bir doktrindir. Devlet aklı anlayışı siyasal yaşamın sürekli ve asli unsurlarındandır.

Belli bir tarihsel bağlama aittir. Devlet aklı tarihin belli bir aşamasında belli şartların ürünü olarak ortaya çıkmış ve tarihsel rolünü tamamladıktan sonra sahneyi terk etmiş bir anlayıştır. Bu bağlamda, devlet aklı modern devletin ortaya çıkış süreci olarak kabul edilir.

Devlet aklı terimi ilk defa, 16. yy. ikinci yarısında G. Botero’nun 1589’da İtalya’da yayımlanan Della Region di Stato kitabında kullanılmıştır.

Modern devlet, feodal parçalanmışlığın coğrafi ve siyasi merkezileşme yoluyla aşılması sonucu ortaya çıkmıştır. Modern devlet, iç ve dış egemenlikle donanmış coğrafi/mekânsal egemenlik birliği olarak tanımlanabilir. Bu yapının esas olgunlaşmaya başladığı dönem 17. yy. olduğu söylenebilir.

Ortaçağ siyasal sistemini çözülmesi ve yerini modern devletin alması süreci;

  • Yerel iktidarları çökertecek, idarenin ve hukukun birliğini sağlayacak,
  • Şiddet araçlarını tekel altına alacak, dini dünyevi alanın dışına çıkaracak,
  • Mücadele halindeki toplumsal grupları kontrol altında tutacak,
  • Dışa karşı koruyucu gümrükler oluşturacak, sınırları koruyacak ve
  • Yeni pazarlar fethedecek bir devin, Leviathan’ın doğuşudur.

Bu süreç kendine özgü bir siyasal semantik yarattı, bunun iki formül (egemenlik ve devlet aklı) üzerine kurulduğu söylenebilir. Egemenlik ulusal bütünleşme ve feodal güçlerin tasfiyesi yoluyla devlet erkinde merkezileşmeyi simgeler.

Bodin, modern devletin ayırıcı özelliği olan gücün tek elde toplanması olgusunu egemenlik kavramı üzerinden hukuksal bir kategoriye yerleştirmiştir. Devlet aklı ise, gücün aracı ve meşruluk formülü işlevi görüyordu.

Bu iki kavram, modern devletin oluşum sürecinin başlarında yaygın olan “gücün kendinde bir amaç ve değer olarak kutsanması” eğiliminin simgeleri durumundaydılar.

Devlet aklı devrimci bir kavram olarak algılanıyordu. Devlet aklının, dolaysız referans olma ve yaygın itibar görme anlamında hükümranlık sürdüğü dönem 17. yy.dır. Devlet aklı ile ilgili siyasal ve hukuksal çalışmalarda bir patlama yaşanması da bu döneme rastlar.

Devlet aklı doktrininin tarihsel çıkış noktasını; hukuksal ve etik normlarla devlet yönetiminin somut gerekleri arasındaki bir çatışmanın nasıl çözülebileceği meselesi oluşturur. Devlete bir yarar sağlayacağı umuluyorsa, etik ve hukuki kurallardan sapılabilir mi sorusuna olumlu yanıt verilmesiyle devlet aklı doktrininin temeli atılmış olur. Ancak başka öncüller de vardır.

Bunların başında devletin bekasının sağlanmasını siyasal eylemin hedefi olarak görmek gelir. Devlet aklına uygun siyasal eylemin ön şartını da hükümdara serbestçe hareket etme imkânı tanımak oluşturur. Siyasal eylem sisteminin işlemesini sağlayacak en elverişli yol, bir kutsalın karşısına başka bir kutsalı çıkarmak, yani siyasal eylemin merkezi birimi olarak devleti kutsallaştırmaktır.

Devlet aklı, iç siyasetle ilgili bir zihniyeti ve onu somutlaştıran pratikler bütününü niteliyordu. Modern devlet bu yolla içerde kurumlaşarak istikrarlı bir yapıya oturmayı hedefliyordu.

Öte yandan, devlet aklının yansıması olarak görülen uygulamalara yönelik eleştiriler de bu dönemde daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandı.

Örneğin özel işlerin ve menfaatlerin kamusal maskesi altında yürütüldüğü ve devlet aklının referans olarak kullanıldığı eleştirileri dikkat çekicidir. Devlet sırrı gibi terimler, devlet aklının perde önünde yer alan görünüşleri olarak değerlendirilir. Bu dönemde devlet aklı, dış siyasette de en önemli araçlardan biri haline geldi. Hatta devlet aklının iç siyasette kullanılmasını siyasal ahlaksızlık olarak niteleyen Hollanda bile, bu doktrini dış siyasette kullanmaktan geri durmadı.

Çıkarılmaması gereken iki sonuç vardır:

  1. Devlet aklı ile modern devletin oluşum ilişkisinin genel ve yapısal niteliği, devlet aklı anlayışının her yerde aynı şekilde uygulandığını göstermez.
  2. Devlet aklı kavramı açısından bir tarihsel bağlamdan söz etmek, doktrinin bu bağlama ait olduğu, yani öncesinin ve sonrasının bulunmadığı anlamına gelmez.

Makyavel’i doktrinin sıfır noktasındaki düşünür olarak görmek yanlıştır, doğrusu onun Prens kitabında dile getirdiği fikirleri, doktrinin sıcak düşünsel kaynağı olarak değerlendirmektir. Makyavel’in modern devlete giden yolu açan düşünür olduğu inkâr edilmez.

Makyavel’in öğretisi; iktidarı ele geçirmenin ve korumanın siyasal eylemin temel ölçütü olarak görülmesi ve siyaset ile etik arasındaki bütün bağların koparılması olarak özetlenebilir. Siyasal zorunluluklar hukuk ve etikten ayrılmayı gerektiriyorsa, devlet adamı tereddüt etmemelidir.

Makyavel, devlet aklı terimini hiç kullanmamıştır, ayrıca bütün görüşleri bu anlayışla özdeş değildir. Bununla birlikte bu doktrinin dünyaya gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. Makyavel’in Prens’i yazarken antik çağdan esinlendiği dikkate alınırsa, devlet aklı anlayışının düşünsel kökleri bu döneme kadar uzatılabilir.

Spartalı komutan Lysander ve Romalı tarihçi Tacitus’un isimlerinin çok sık geçmesi de bunu gösterir.  Makyavel’in de kullandığı bu metaforlar, devlet aklı doktrininin en verimli çağı olan erken mutlakıyetin temel siyasi düsturunu yansıtır. Tacitus’a yönelik ilginin temelinde de egemenlerin iktidarı elde etmek, korumak, sağlamlaştırmak için kullanabilecekleri bilgi, araç ve yöntemlere ilişkin açıklamaları yatar.

Tacitus’a göre bu bilgi, araç ve yöntemler rakiplerden gizlenmelidir. Bu nedenle devletin sır alanına girerler. Bunları, devlet biçiminin korunmasına hizmet eden sırlar ve egemenlerin korunmasına hizmet eden sırlar olarak adlandıran Tacitus, bu kavramların yaratıcısı olmuştur. Bu açıklamalarla altı çizilmek istenen husus; devlet aklı doktrininin belli tarihsel şartlar altında biçimlenmesine rağmen, salt bir döneme hapsolmuş bir anlayışı temsil etmediği, aksine evrensel nitelik taşıdığıdır.

Tanımlar

Unruh: Üstün otoritenin çıkarlarının bütün diğer çıkarlardan ve temel etik ilkelerden önce geldiği şeklindeki tasavvur, en yalın tanımdır.

Cattaneo: Devlet aklı polis devletinin temel ilkesidir.

Quaritsch: Bu kavramın esası, hukuki ve etik değerler ile devletin çıkarları arasındaki çatışmaya ilişkin bir hiyerarşidir. Devleti esas alan bu zihniyete göre;

  • Devletin bütün çıkarları çatışma veya tereddüt halinde diğer çıkarlardan önce gelir.
  • Devletin çıkarlarını hangi araçlarla gerçekleştireceği konusunda sınırlama kabul edilmez.

Meinecke: Etik ve hukuk kurallarının ihlalinin yarattığı sürekli bir kirlenme devlet aklının özünde mevcuttur. Devlet aklının gereklerine göre hareket eden bir devlet, sürekli günah işlemek zorunda kalır. Devlet aklının kırmızı renginin teşhis etmek zor değildir.

Makyavelizm Nedir?

Politikada amaca ulaşmak için ahlaka aykırı da olsa her türlü aracı hoş gören anlayıştır. Sözü edilen amacı devletin çıkarları dersek, hikmet-i hükümet Makyavelizmin özel bir ifadesi haline dönüşür.

Makyavel düşüncesi, Makyavelizmden ibaret değildir. Makyavel, siyaseti kutsaldan arındırmış ve skolâstik düşünceyi sarsmıştır. Bu çerçevede, Makyavel bir ayağını moderniteye basar. Ancak iktidarın sürekliliğini düşünmemek gibi bir eksikliği olması nedeniyle, Makyavel düşüncesi tam anlamıyla modernite içine de alınamaz.

Modern devlet kuramının temel parçalarından birisi olan saf egemenlik öğretisi aslında hikmet-i hükümet anlayışıyla örtüşür.

Modern devleti hikmet-i hükümetin kıskacından çıkarabilmek için evrensel hukuk ilkelerinin varlığını kabul ederek saf egemenlik kuramını törpülemek gerekir.

Hikmet-i Hükümet ve Modern Devlet

Meinecke, devletin diğer toplumsal örgütlenmelerden önemli bir farkı olduğunu ileri sürer. Diğer toplumsal örgütlenmeler, varoluşlarını üstün bir ilkeye dayandırır ve mensuplarının o ilkeyi gözetmesini şart koşarlar.

Oysa devlet, insanın içindeki hayvansallığı (güç arzusu) ve toplumsallığı (düzen ve güvenlik) bir araya getiren, aynı potada eriten tek yapılanmadır. Ancak ahlakı, hukuku, yani dayandığı üstün ilkeyi arada sırada çiğnemeden de var olamaz. Meinecke, devletten tarih dışı bir kategori olarak söz eder. (Ancak bu benimsenen bir tavır değildir)

Modern devleti, tarihte kendisinden önce yer almış diğer siyasi örgütlenmelerden ayıran temel noktalardan birisi, iktidar ilişkisine ve meşruiyet kurgusuna getirdiği yeni biçimidir.

İktidar ilişkisi, tüm toplumsal örgütlenmelerde var olan, evrensel bir olgudur. Yalnız evrensel iktidar ilişkisini, bir yöneten-yönetilen ilişkisi olarak düşünmek doğru değildir. Yöneten-yönetilen ilişkisi evrensel değildir. Hem yöneticisiz hem de yöneticili insan toplumlarının ortak noktası, kurallanmaya dayalı bir düzene sahip olmalarıdır.

Yöneten-yönetilen ilişkisini tanıyan toplumlarda kural, genellikle yaptırım üzerinden düşünülür. Oysa kural yaptırımsız da olabilir, bunun için meşruiyet kavramıyla donatılmış olması yeterlidir.

Meşruiyet inancıyla desteklenen bir kaynaktan gelen kurallar uygulamaya konduklarında karşımıza evrensel iktidar olgusu çıkar.

Modern devlete gelinceye kadar İlke ile Uygulama (Yasa ile Kılıç) arasında hep aşılmaz bir duvar olmuştur. Yasa ve Kılıç ayrı mekânlara yerleştirilmiştir. Bu duvarı kaldıran, kuralın kaynağı ile uygulamasını tek elde toplayan ilk siyasi yapılanma modern devlettir. Modern devlette sihirli kavramlar ise egemenlik ve kamusal birliktir.

Ortaçağ düzeninde yasa kilisenin, kılıç ise soyluların elindedir. Soylular kılıcı, Tanrının yolunda kullanmalıdırlar, dolayısıyla yöneticiler, başka bir alanda konulmuş yasaları uygulamaktan öteye geçmeyen basit birer görevlidirler.

Egemenlikte ise, egemen hem kural koyandır, hem de uygulayandır. Saf egemenlik kuramı, bu yapılanmanın meşru olduğunu ilan eder.

Modern devlet düşüncesi tarihte ilk defa, kutsal alana ve kutsal olmayan alana aynı kurumu yani devleti yerleştirmiş, ilk defa Yasa ve Kılıç’ı aynı elde toplamıştır. Hem de bunun meşru iktidar ilişkisi olduğunu iddia etmiştir. Bu siyasetin laikleşmesi, sekülerleşmesi anlamına gelir.

Devlet kendine özgü bütünsel ve sürekli bir varlığa sahip olduğu kabul edilmeden hikmet-i hükümet düşünülemez.

Hukuk Devleti – Hikmet-i Hükümet veya Hukuk Devleti – Modern Devlet

Hikmet-i hükümeti modern devletin kuramsal çatısı olmaksızın düşünebilmek mümkün değildir iddiası, farklı bir yoldan da ileri sürülebilir.

İlk aşamada, modern devlet ne ölçüde hukuk devleti olabilir, sorusu yer alır. Bilindiği gibi, hikmet-i hükümet kavramı hukuk devleti kavramıyla zıtlık içindedir.

Saf egemenlik ilkesinden vazgeçilmeden modern devlet ve hukuk devleti kavramları yan yana getirilemiyorsa, o zaman modern devletin hangi tarafa (hukuk devleti – hikmet-i hükümet) yakın durduğu dikkatli tanımlanmalıdır.

Saf egemenlik kuramı içinde, hukukun pozitif yasalar toplamından ibaret olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü saf egemenlik kuramına göre, egemenden başka hukuk kaynağı yoktur. Dolayısıyla hukuk denilen bütünün içine sadece egemenin yasa olarak belirlediği normlar girecektir.

Egemen tarafından oluşturulmayan normlar (ahlak veya din kuralları) hukukun dışında kalacaktır. Üstünlük hukuk normlarındadır. Sonuç olarak bu halde, hukuk devleti kavramı egemen gücü sınırlayamaz.

Hukuk Devleti - Hikmet-i Hükümet veya Hukuk Devleti - Modern Devlet

Emperyalizm, Antiemperyalizm Ulusal Egemenlik ve Hukuk

Modern devlet, ilk kurgulandığı biçimiyle hukuk devletine değil, hikmet-i hükümet öğretisine bağlanır.

Onu hikmet-i hükümetin alanından çıkarıp hukuk devleti haline dönüştürebilmek için monarşik ya da ulusal egemenliğin çerçevesinin dışına taşan ilkelerle bağlı saymak gerekir.

Saf egemenlik kuramının törpülenmesi işlemi, ilk olarak, insan hakları düşüncesinin ortaya çıkmasıyla başlar. 17-18.yy.da batılı burjuva için, 19.yy.da emekçiler için, 20.yy.da kadınlar ve batılı olmayan en alttakiler için insan hakları düşüncesi gelişir.

Bağımsızlık hareketleri ile birlikte egemenliğin sınırlandırılamazlığı antiemperyalist mücadelenin temel argümanı olur. Milliyetçilik, ezilenlerin yanında yer almak anlamında, yeniden ilerici bir hareket haline dönüşür.

Türkiye’de Modernleşme, Uluslaşma ve Hukuk

Osmanlıda hukuk, Tanzimat döneminden itibaren modernleşme araçlarından birisi olarak kullanılmıştır.

İkinci Meşrutiyet ile güçlenen bu uygulama, Cumhuriyetin kuruluş dönemiyle zirve noktasına ulaşır. Hukuk reformu, laikliğin kurumsallaşmasının bir aracı olarak düşünülmektedir.

Ulusal egemenlik ilkesi, Kemalist devrim açısından iki anlam taşır. Öncelikle, monarşik egemenlik anlayışı reddedilerek, padişahın iradesi yasa kaynağı olmaktan çıkarılmaktadır. Sonra hukukun bu şekilde temellendirilmesiyle, din kuralları da hukuk kavramı dışına çıkarılır.

Devrim koşulları içinde Kemalist kadroların, saf egemenlik kuramını benimsemeleri çok normaldir.

1961 anayasasına gidilen ortamda, Kemalist kadrolar, hukuk koyma yetkisinin sınırını evrensel hukuk ilkeleri ya da temel hak ve özgürlükler olarak değil, Cumhuriyetin kurucu iradesi olarak tanımlamaktadırlar. 1961 anayasası döneminde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından getirilen normatif güvenceler, hukuk devleti ilkesini hayata geçirmek üzere değil, Kemalist devrimin modernleşme projesine muhalefet edenlerin genel oydan çoğunluğu elde etmeleri riskine karşı emniyet supapları olarak tasarlanmıştır.

Yargının fazla bağımsızlaşması halinde, üç paralel hat çekilerek gidişata dur denilir:

  • Yargı bağımsızlığı güvencelerini mümkün olduğu kadar kısma,
  • Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması yollarını alabildiğine genişletme,
  • Askeri yargının alanını genişletme.

1982 anayasasında 2. maddede devletin temel nitelikleri arasında, hukuk devleti ilkesine yer verilmiş olması kötü bir şaka gibidir. CB, YAŞ, HSYK gibi kurumların işlemlerine karşı yargı yolunun kapatılması, askeri yargının anayasal tanımının genişletilmesi, HSYK’nın yürütmeye bağımlı hale getirilmesi, OHAL KHK’larının yargı denetiminin yapılamaması sistemin hukuk devleti ilkesi bakımından içerdiği defolardır.

Ekin Hukuk Bürosu olarak alanında uzman avukat kadromuzla dava ve işlemlerinizi takip edebilmemiz için bizimle iletişim kurabilirsiniz.

Av. Ahmet EKİN & Şevval Asude DOĞAN

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu