Medeni Usul Hukuku

Medeni Usul Hukukuna İlişkin Genel Bilgiler

Medeni usul hukuku, sadece maddi hukukun tanımış olduğu hakları, korumak ve gerçekleştirmek için vardır. Medeni usul hukuku bir hakkın kazanılmasına hizmet etmez. Ancak, bir hakkın varlığının ispatlanamaması halinde olduğu gibi bazen dolaylı olarak hak kazandırabilir.

Medeni Usul Hukukunun Yer Bakımından Uygulanması

Hakim Türkiye sınırları içerisinde bir uyuşmazlığı çözerken öncelikli olarak, o uyuşmazlığın çözümü için maddi hukuk, usul hukuku ve ispat hukuku bakımından hangi yer hukukunu uygulayacağını tespit etmelidir. Bu husus özellikle yabancı unsurlu uyuşmazlıklar bakımından önemlidir.

Hakim, maddi hukuk ve ispat hukuku bakımından uyuşmazlığın doğduğu yer hukukunu Usul kuralları bakımından ise kendi hukukunu uygular.

Örneğin: Fransa’ da yapılmış bir sözleşmeye ilişkin olarak, sözleşmenin geçerli yapılıp yapılmadığı bakımından Fransız hukuku; yetkili mahkemenin belirlenmesi bakımından ise Türk medeni usul hukuku kuralları uygulanır.

Medeni Usul Hukukunun Zaman Bakımından Uygulanması

Medeni usul kurallarının zaman bakımından uygulanması medeni usul hukuku alanında yeni bir kural konulduğunda bu kuralın ne zaman uygulanacağı hususu bir problem olarak karşımıza çıkar. Burada medeni usul kuralında değişiklik yapan kanunda kanunun yürürlük tarihi gösterilmiş ise kanunda gösterilen tarihte kuralda yürürlüğe girer.

Eğer kanunda yürürlük tarihi gösterilmemişse, derhal uygulanırlık ilkesi gereği, değişiklik hemen etkili olur. Burada ‘’acaba bu değişiklik görülmekte olan davayı da etkileyecek midir ‘’sorusuna verilecek cevap önemlidir.

Usul kurallarının uygulanması bakımından dava içerisindeki her kesit ayrı bir usuli işlem olarak değerlendirilir ve her bir usuli işlemin tamamlanıp tamamlanmadığına bakılır (yani dava tek başına bir usuli işlem değil, dava içerisinde, cevap süresi, delilleri ibraz süresi, eski hale getirme süresi, bilirkişi raporuna itiraz süresi, kanun yollarına başvurma süresi ayrı ayrı birer usuli işlemdir ve her biri ayrı ayrı değerlendirilir).

Tamamlanmış usuli işlemlere yeni değişiklik etki etmez. Tamamlanmamış usuli işlemlere yeni değişiklik etki etmez. Tamamlanmamış usuli işlemlere ise derhal uygulanır.

Mesela, bir kanun değişikliği ile asliye hukuk mahkemelerinde temyiz süresi 20 güne çıkarılsa; mevcut duruma göre daha 15 günlük temyiz süresi tamamlamayanlar bu yeni değişiklikten derhal istifade ederken, 15 günlük süresi dolmuş olanlar ise istifade edemezler. Burada sürenin 20 güne çıkarılması yerine 10 güne indirilmesi halinde nasıl bir uygulama olacağı da bir problem olarak karşımıza çıkar. Burada da değişiklik müktesep haklara etki edemeyeceğinden eski 15 günlük süre uygulanırdı.

Medeni Usul Hukukuna Göre Çekişmesiz ve Çekişmeli Yargı

Yargı, yargılama mekanları içerisinde hakim sıfatına sahip kişilerce soyut bir hukuk kuralının somut bir olaya uygulanmasını ifade eder. Tanımdan da anlaşılacağı üzere yargı her zaman bir uyuşmazlığın çözümüne hizmet etmez. Medeni usul hukuku aslında daha çok çekişmeli yargı ile ilgilenir.

Çekişmesiz yargı işleri 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri kanunu ile ilk defa kanunumuzda düzenlenmiştir.

Çekişmeli yargıyı çekişmesiz yargıdan ayırt edebilmek için de her iki yargı kolunu birbirinden ayırt edici kıstasları kısaca ortaya koymak gerekir.

Bu kıstasları şu şekilde belirlemek mümkündür:

  • Çekişmesiz yargıda karşı taraf yoktur. Taraflar yerine ilgililer var. Bir başkasıyla mahkemenin çözeceği bir menfaat kavgası yoktur. Hal böyle olunca mahkemenin çözeceği bir uyuşmazlık da yoktur. Dava da yoktur. Onun yerine talep vardır. Aslında salt bu yönü ile çekişmesiz yargı idari bir kurumdan dilekçe ile bir şey talep etmeye benzemektedir. İşte çekişmesiz yargının bu özelliği, ihtilaf yokluğu (husumet yokluğu) kıstası olarak adlandırılır.
  • Çekişmesiz yargıda bir menfaat kavgası olmadığına göre, bu yola başvuran tarafın bir başkası tarafından ihlal edilmiş, tehlikeye düşürülmüş bir sübjektif hakkı da yoktur. Kendisinden haksız bir talepte bulunulduğu içinde mahkemeye başvurmuş değildir. Bu hususta çekişmesiz yargıda, sübjektif hakkın ihlalinin yokluğu kıstası olarak adlandırılır.
  • Resen araştırma ilkesi: Çekişmesiz yargı alanında hakim tarafların getirdiği malzemelerle bağlı değildir. Kendisi de bunun dışına çıkarak gerekli araştırmaları yapabilir.
  • Maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeme: Çekişmesiz yargı alanında mahkemenin verdiği kararlar maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Hakim her zaman kararından dönebilir. Oysa, çekişmeli yargıda hakim hükmün verilmesiyle birlikte dava dosyasından elini çeker ve bir daha o konuda inceleme yapamaz. Ne var ki, karar bir üst merci tarafından bozulmuş olmasın.
  • Kural olarak yetki kuralları kamu düzenine ilişkindir: çekişmesiz yargı alanında yetki kuralları kamu düzenine ilişkindir.
  • Çekişmesiz yargı işlerinde aksine bir düzenleme olmadıkça sulh hukuk mahkemesi görevlidir.
  • Çekişmesiz yargı işlerinde basit yargılama usulü uygulanır.
  • Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, çekişmesiz yargı işleri için talepte bulunan kişinin veya ilgililerden birinin oturduğu yer mahkemesi yetkilidir.

Medeni Usul Hukukunda Yargılamanın Temel İlkeleri

Medeni usul hukukunda yargılamanın temel ilkeleri, yıllardır yapılan uygulamaların sonunda varılmış olan temel ilkelerdir. Bu ilkeler medeni usul hukukunun önemli prensiplerindendir. Söz konusu ilkelerin bir kısmı Anayasa’da bir kısmı ise Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda açık veya zımni olarak yer almaktadır.

İlkeler belli gruplara ayrılmış ve sırası bakımından da bir uyum ve bütünlük gözetilmiştir.

Medeni Usul Hukukuna Hâkim Olan İlkeler

Medeni usul hukuku çerçevesinde, ilkeler şu şekilde gruplandırılmıştır:

  • Öncelikle yargılama sisteminin temel niteliği olan “tasarruf ilkesi” ve bu ilkeyle bağlantılı olan “taraflarca getirilme ilkesi” üzerinde durulacaktır. Yine bu ilkelerle bağlantılı olarak “teksif ilkesi” açıklanacaktır.
  • Hâkimle yargılama arasındaki bağlantıyı ifade eden ilkelerden olan “yargılamanın hâkim tarafından yürütülmesi”, “hâkimin davayı aydınlatma ödevi”, “doğrudanlık” ve “hâkimin delilleri değerlendirmesi” incelenecektir.
  • Temelini Anayasa’dan alan yargılamanın kökleşmiş ilkeleri olan “adil yargılanma hakkı”, “hukuki dinlenilme hakkı”, “usul ekonomisi hakkı” ve “aleniyet” ilkeleri ele alınacaktır.
  • Yargılamanın ve yargılama işlerinin yürütülüş şekillerini belirleyen “sözlülük-yazılılık ilkesi” ve “mahkemelerde kullanılan dil” açıklanacaktır.

Medeni Usul Hukukuna Hâkim Olan İlkeler

Tasarruf İlkesi

Tasarruf yetkisi özel hukuktan doğmaktadır. Burada hak sahibi uyuşmazlık çıkan konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra ise davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açmış olduğu davadan feragat etmekte serbesttir.

Medeni usul hukukunda kendiliğinden dava açılamaz.

MADDE 24- (1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.

(2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.

(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.

Taraflarca Getirilme (Hazırlama) İlkesi

Taraflarca getirilme ilkesi, HMK 25. maddede düzenlenmiştir. Bu ilkeye göre deliller ve iddialar, taraflarca hazırlanmalı ve yine taraflarca mahkemeye sunulmalıdır. Hâkim bu konuda telkin ve teşvikte bulunamayacağı gibi talep edilenden fazlasına ya da başka bir sonuca karar veremez. Ancak talep edilenden daha az miktara karar verebilir.

MADDE 25- (1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.

(2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.

Teksif İlkesi

Teksif ilkesine göre taraflar, bütün iddia ve savunmalarını belli bir aşamaya kadar ileri sürmelidir. Belirlenen aşamadan sonra ileri sürülen iddia ve deliller kural olarak mahkeme tarafından kabul edilmeyecektir.

Buradaki amaç, davaların gereksiz yere ve kötüniyetle uzatılmamasıdır.

MADDE 139- “…ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.”

MADDE 140- “…(5) (Değişik:22/7/2020-7251/14 md.) 139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.”

MADDE 141- (1) (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.

Yargıtay 8. HD. 16.11.2020 T. E: 2018/7169, K: 7265 “6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 129/1-d-e maddeleri gereğince, davalı savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında ve açık özetleriyle birlikte ve savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini cevap dilekçesinde göstermek zorundadırlar. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141. maddesinde; “Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır” düzenlemesi yer almaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, davalıların yargılamanın 5. celsesinde, harici satın alma savunmasına dayandığı gözetildiğinde süresinde ileri sürülmeyen bu savunmaya itibar edilmeden davalıların davaya konu taşınmazların kendileri tarafından yapıldığına dair beyanları da dikkate alınarak, davacı lehine elatmanın önlenmesi, kal ve hesaplanacak ecrimisile hükmedilmesi gerekirken, davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.”

Yargılamanın Hakim Tarafından Yürütülmesi

Davanın açılmasının bir sonucudur. Mahkeme, amaca ve kanuna uygun şekilde inceleyerek ve makul süre içerisinde kararını vererek sonuçlandırma yapmalıdır.

MADDE 32- (1) Yargılamayı, hâkim sevk ve idare eder; yargılama düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü tedbiri alır.

Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi

Hâkim, HMK m. 25 uyarınca iki taraftan birinin söylemediği şeyi kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda bulunamaz. Hâkim, kanunda belirtilen istisnalar haricinde kendiliğinden delil toplayamaz.

Doğrudanlık İlkesi

HMK m. 197/1 uyarınca bir davayı yürüten hâkimin, dava ile ilgili ileri sürülen delilleri bizzat incelemesi ve hüküm vermesi esastır. Buna göre, bir davada deliller mümkün olduğunca birlikte ve aynı duruşmada incelenmelidir.

Hakimin Delilleri Değerlendirmesi

Kanuni istisnalar dışında hâkim, HMK m. 198 uyarınca delilleri serbestçe değerlendirir.

Adil (Doğru) Yargılanma Hakkı

Her birey suçlandığında veya diğer bir yasal anlaşmazlıkla karşı karşıya geldiğinde adil yargılanma hakkına sahiptir. Bu da, davanın makul bir süre içerisinde, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede, hakkaniyete uygun bir biçimde ve kamuya açık olarak görülmesi anlamına gelir.

Madde 36 – Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.

Hukuki Dinlenilme Hakkı

Mahkeme iki tarafa da eşit şekilde hukuki dinlenilme hakkı vermelidir. Yukarıda bahsetmiş olduğumuz Anayasa’nın 36. maddesinde de değinilen adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını da teminat altına almaktadır.

Usul Ekonomisi İlkesi

Usul ekonomisi ilkesi, yargılamanın hızlı, düzenli ve makul süre içerisinde sonuçlandırılması gerektiğini ifade etmektedir.

MADDE 30- (1) Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.

HGK. 05.04.2022 T. E: 2020/4-56, K: 438 “İki kez mazereti kabul edilen davacı vekilinin 3. duruşma günü için de mazeret dilekçesi vermesi üzerine, mazeretli sayılma talebi reddedilerek HMK’nun 150/1. maddesi gereğince süresi içinde yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırıldığı, takip eden üç aylık süre içerisinde de davanın yenilenmediği anlaşıldığından, davanın HMK’nun 150/5. maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına karar vermek gerekmiştir…. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141/son maddesi hükmüne göre “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir”… Görüldüğü üzere, davacı vekili üst üste üç duruşma için başka mahkemelerde duruşması olduğu gerekçesi ile mazeret dilekçesi göndermiş olup, eldeki davanın duruşmasına katılmak yerine başka mahkemelerdeki duruşmalara katılmayı tercih etmesi karşısında, Özel Dairece 17.06.2019 tarihli dilekçenin yargılamanın uzatılmasına matuf olduğu kabul edilerek dosya işlemden kaldırılmış, yasal süresi içerisinde de dava yenilenmemiştir. Özel Dairenin üçüncü kez yinelenen mazeret talebi hakkında Anayasanın 141/son maddesi ile HMK’nın 30. maddesi kapsamında yaptığı bu değerlendirmede, dava tarihi ve yargılama süreci gözetildiğinde bir isabetsizlik bulunmamakta olup, usul ve yasaya uygun olduğu tespit edilen Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın onanması gerekmiştir.”

Aleniyet İlkesi

Aleniyet ilkesi, yargılamanın tarafı olmayan üçüncü kişilerin, yargılamayı izleyebilmesi ve yargılamanın sonucunda verilen hükmü öğrenebilmesi anlamına gelir. Bir başka ifade ile yargılamanın açıklığıdır. Bu ilkeye göre yargılama herkese açıktır; istisnalar haricinde kural olarak gizli yapılmaz.

Mahkemelerde Kullanılan Dil

Mahkemelerin dili Türkçedir. Herhangi bir anlaşma sağlanarak başka bir dil kullanılamaz. Latince terimlerin kullanılması mümkündür.

Medeni Usul İşlemleri

Medeni usul işlemleri yargılamayı doğrudan/dolaylı etkileyen tüm işlemlerdir. Yargılama sırasında taraflarca ve mahkemece yapılan işlemlerdir.

Keşif yapılması, tanık gösterme, delil gösterme, dava dilekçesi, cevap dilekçesi, hâkimin reddi örnek verilebilir. Yargılamaya etkili olma şartıyla yargılamadan önce yapılan usul işlemleri de vardır: ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz, delil tespiti gibi. Bunlar bizim davayı açmadan önce dava konusunu garanti altına almak kaydıyla teminat altına almak kaydıyla başvurduğumuz hukuki yollardır.

Önemli olan yargılamaya doğrudan/dolaylı etkisinin olmasıdır.

Taraf Usul İşlemleri

Tarafların yaptığı, mahkeme dışında kalan usuli işlemlerdir. Bu işlemler doğrudan yargılamaya katkı sağlayan olumlu işlemler olabilir. Mesela delil göstermek, dava dilekçesi vermek, tanık listesi sunmak, ıslah, ikrar gibi. Bazı durumlarda tarafların bazı olumsuz tavır ve davranışları da kanun gereği bir sonuç bağlandığı için usul işlemi kapsamında sayılmıştır. Örneğin HMK madde 150’de eğer ki duruşmaya mazereti olmaksızın taraf katılmazsa dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilir.

Taraflar usul işlemlerini geçerli şekilde yapabilmek için hem taraf ehliyetine hem dava ehliyetine hem de dava takip yetkisine sahip olması gerekmektedir. Tarafların kendi yaptığı işlemler olabilir, mahkemeye karşı yaptığı işlemler olabilir, mahkeme vasıtasıyla yaptığı işlemler olabilir.

Mahkeme Usul İşlemleri

Yargılama süresince mahkeme ile taraflar arasında olan işlemler, mahkemenin yaptığı işlemler olabilir. Bunlara mahkeme usul işlemleri demekteyiz. Mahkeme karar verebilir, hüküm verebilir, tebligat çıkarabilir, tarafları duruşmaya çağırabilir. Birçok mahkeme usul işlemi vardır.

Mahkemenin yapmış olduğu işlemler, vermiş olduğu kararlardır. Kararları ikiye ayrılır: ara kararlar ve nihai kararlar. Ara kararda yargılamadan hâkimin el çekmediği kararlardır. Ara kararlara karşı tek başına kanun yoluna başvuramazsınız. Nihai kararlar ise hâkimin davadan el çektiği karardır. Artık hâkim o yargılamayla ilgili hiçbir işle yapamaz. Bu kararlara karşı tek başına kanun yoluna başvurabilirsiniz.

Yaptığınız usul işlemlerini şarta bağlayamazsınız. Tek istisnası sulhtur.

Usul işlemlerini yaparken birtakım ilkelere uymak zorundasınız. Dürüstlük kuralına uygun ve doğru söyleme sınırları içerisinde hareket etmek zorundasınızdır.

Usul kuralları şekle bağlıdır. Şekle bağlı işlemi o şekle bağlı yapmak zorunluluğu vardır. Şekle uygun yapmazsanız o işlem geçerli olmayacaktır. Şekle bağlılıkla amaçladığımız şey usulde yargılamanın düzgün yürütülmesidir. Mahkemenin bazı durumlarda süre vermesi söz konusu olabilir. Mesela dilekçede olması gereken bazı unsurların eksikliğinde mahkeme size 1 haftalık kesin süre verir, bu 1 haftalık kesin sürede siz eksik olan unsurları tamamlarsınız. Ama bazıları için de geçerli olması için ya dilekçeyle yaparsınız ya da o işlem geçerli olmaz.

Bazı usuli işlemler saf usuli işlemlerdir. Dilekçe vermek, eski hale getirme talebi, hâkimin reddi talebi gibi. Bir de bazı işlemler var ki bunlar maddi hukuku da etkileyen (hakkı sona erdiren) işlemler. Feragat, kabul, sulh örnek verilebilir.

Medeni Usul Hukukunda Yetki

Yetki bir davaya hangi yerdeki görevli mahkeme tarafından bakılacağını belirler. Mahkemelerin yargı yetkileri yer itibariyle sınırlandırılmıştır. Mahkemeler, bulundukları ilçenin idari sınırları içinde yargı yetkisine sahiptirler.

Yetki kuralları kesin olmayan yetki kuralları ve kesin yetki kuralları olarak ikiye ayrılmaktadır. Kesin olmayan yetki kuralları da genel yetki kuralları ve özel yetki kurallarından oluşmaktadır.

Kesin Yetki Kuralları

Kanun bazı hallerde kesin yetki kuralları öngörmüştür ve dava sadece kanunda öngörülen mahkemede açılabilir. Kesin yetki kuralları gereğince kanunda belirtilen yer veya yerler haricinde açılamayacağı anlaşılan davalarda kesin yetki kuralları bulunmaktadır. Kamu düzenine ilişkindir. Kesin yetki kuralına aykırılık bozma sebebidir.

Taraflarca mahkemenin her aşamasında ileri sürülebilir. Kesin yetki olarak tek bir mahkeme öngörülmüş olabileceği gibi birden fazla mahkeme de öngörülmüş olabilir.

Kesin yetkiye ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi, can sigortalarında, sigorta ettirenin (prim ödeyen) sigortalının (sigortadan faydalanan) lehtarın (sigortalının ölümü halinde tazminata hak kazanan kişiler) leh ve aleyhine açılan davalarda onların yerleşim yeri mahkemesi, iş mahkemelerinde açılacak davalarda yetkili mahkeme davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi ile işin veya işlemin yapıldığı yer mahkemesi örnek verilebilir.

Genel Yetki Kuralı

Her mahkemenin yargı çevresi ayrıdır,  yargı çevresi dışındaki davaya mahkemenin bakması mümkün değildir. Genel yetkili mahkeme, aksine bir hüküm bulunmadıkça davalının yerleşim yeri (ikametgâh) mahkemesidir.

Gerçek kişilerin yerleşim yeri için sistemde kayıtlı adrese, tüzel kişilerin yerleşim yeri için merkezin bulunduğu yere, Türkiye’de yerleşim yeri olmayanlar için ise Türkiye’deki mutad meskeninin bulunduğu adrese bakılmaktadır.

Davalının yerleşim yeri değişirse mahkeme yeri değişmez ancak tebligatlar yeni yerleşim yerine yapılır.

Birden fazla davalı varsa davalılardan herhangi birinin yerleşim yerinde açılabilmektedir.

Özel Yetki Kuralı

Özel yetki kanunda tek tek sayılmıştır. Burada amaç genel yetkiye alternatif tanıyarak taraflarca kolaylık sağlama amacıdır. Özel yetkinin var olduğu durumlarda genel yetki ortadan kalkmaz, sadece alternatiftir. Özel yetkinin var olduğu hallerde yine de gidip genel yetkili mahkemede dava açılabilmektedir.

İşçi, öğrenci, asker, memur gibi bir yerde geçici olarak oturanlara karşı açılacak alacak  ve taşınır mal davaları orada uzun bir süre daha oturacaksa bulundukları yer mahkemesi de yetkilidir. Sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir.

Dava Çeşitleri Nelerdir?

Dava çeşitleri, talebe bağlı olarak özellik arz etmektedir. Özel hukukta davalar birçok ayrıma tabidir. Bunlar;

  • Eda davası,
  • Tespit davası,
  • Belirsiz alacak davası,
  • Kısmi dava,
  • Davaların yığılması,
  • Seçimlik dava,
  • Topluluk davası.

Eda Davası Nedir?

Davacının mahkemeden, davalının bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkûm edilmesi istediği dava türüne eda davası denir.

Davacının eda davası açmada hukuki yararının olması gerekir.

Eda davasının sonucunda mahkeme talebin kabulüne veya reddine karar verir. Eğer eda talebinin reddine karar verirse bu tespit hükmüdür ve ilamlı icra yoluyla hükmün icrası mümkün değildir.

Eğer eda davasının kabulüne karar verirse ilamlı icra yoluyla hükmün icrası mümkündür.

Tespit Davası Nedir?

Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.

Tespit davasının konusu hukuki işlemlerdir.

Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır, ayrıca bu hukuki yararını ispat etmelidir.

Eda davasının açabileceği hallerde tespit davası açılamaz.

Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz. Maddi vakıaların tek başına tespiti isteniyorsa delil tespitine başvurulmalıdır. Dolayısıyla delil tespiti ile tespit davasını karıştırmamak gerekir.

Eda davalarından farklı olarak tespit davalarının kabulü veya reddi hakkında verilen kararlar tespit hükmü niteliğindedir. Dolayısıyla edaya ilişkin hüküm içermediğinden ilamlı icra takibine konu olmaz.

Belirsiz Alacak ve Tespit Davası Nedir?

Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa böyle bir dava açılamaz; çünkü bu durumda bu davayı açmak için hukuki yarar yoktur.

Bu dava mahkemeden istenen korunmaya göre bir tür eda davasıdır. Eda davasından farkı ise talep sonucunda istenen alacağın tam olarak belirlenememesidir.

Özellikle zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan hallerde bu durumla karşılaşabilir.

Bazı hallerde davacının para alacağını dava açarken tama olarak belirlenmesi mümkün değildir.

Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir.

Kural olarak bir davada belirtilen miktar veya değerin arttırılması, iddianın genişletilmesi yasağına tabidir. Oysa baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacak için bu dava açıldıktan sonra yargılamanın ilerleyen aşamalarında belirsiz olan alacak belirli hale gelmiş olabilir. İşte bu durumda davacı sınırlama ve yasağa tabi olmadan sadece talepte bulunarak yeni değer üzerinden yargılamaya devam edebilmesini isteyecektir.

Ayrıca, kısmi eda davasının açılabileceği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.

Kısmi Dava Nedir?

Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir. Alacağın tamamı aynı hukuki ilişkiden doğup şimdilik sadece bir kesimi talep ediliyorsa kısmi davadan söz edilir.

Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.

Yani yeni düzenlemeyle fazlaya ilişkin hakları saklı tutmadan dahi kısmi dava açılmışsa saklı tutulmayan kısımdan feragat edildiği anlamına gelmez. Ancak dava açılırken talep konusundan açıkça feragat edilmişse, bu durumda feragat nedeniyle alacak da zaten sona ermiş olacağından ek dava yoluyla ileri sürülmesi mümkün bir alacaktan söz edilemeyecektir.

Davaların Yığılması Nedir?

Davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri sürmesine davaların yığılması adı verilir.

Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şarttır.

Bu davada tek bir dilekçe vardır; ama birbirinden bağımsız birden fazla talep vardır.

Talepler arasında astlık üstlük ilişkisi yoktur. Mahkemede her bir talep hakkında ayrı ayrı hüküm verir.

Seçimlik Dava Nedir?

Seçimlik borçlarda, seçim hakkı kendisine ait olan borçlu veya üçüncü kişinin bu hakkı kullanmaktan kaçınması halinde, alacaklı seçimli dava açabilir. Yani bu davanın açılabilmesi seçim hakkının borçluya ait olması gerekir.

Seçimlik davada mahkeme, talebin hukuka uygun olduğu sonucuna varırsa, seçimlik mahkûmiyet hükmü verir. Seçimlik davada hüküm altına alınmak isteyen iki talep vardır.

Seçimlik mahkûmiyet hükmünü cebri icraya koyan alacaklı, takibinin konusunu, mahkûmiyet hükmünde yer alan edimlerden birine hasretmek zorundadır. Ancak, bu durum, borçlunun, diğer edimi ifa etmek suretiyle borcundan kurtulma hakkını ortadan kaldırmaz.

Topluluk Davası Nedir?

Bu dava bir grubun, sınıfın veya topluluğun menfaatini korumak amacıyla, o topluluğu temsil edenler tarafından açılan bir dava türüdür.

Dernekler ve diğer tüzel kişiler, statüleri çerçevesinde, üyelerinin veya mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak için, kendi adlarına, ilgililerin haklarının tespiti veya hukuka aykırı durumun giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesi için açtıkları davaya topluluk davası denir. Bu dava yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile gelmiştir.

Bu davanın açılması halinde, davanın sonucundan sadece dava açan dernek ya da topluluğu temsil eden tüzel kişi değil, o menfaate ya da hakka sahip olan herkes yararlanmaktadır.

Topluluk davasında elde edilen hükmün, daha sonra münferiden açılacak davalarda kullanılması mümkündür.

Ekin Hukuk Bürosu olarak alanında uzman avukat kadromuzla dava ve işlemlerinizi takip edebilmemiz için bizimle iletişim kurabilirsiniz.

Şevval Asude DOĞAN & Av. Ahmet EKİN

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu